Eda ve Bilgelik Parkı
Hikâye: Ada ve Bilgelik Parkı
Işık Şehri'nin sabahı her zaman yumuşak bir müzikle başlardı. Kuş sesleriyle karışık hafif bir melodi, güneşi karşılamaya hazırlanırdı.
Küçük Ada, çimenlerin üzerine çıplak ayakla basmayı çok severdi. Bilgelik Parkı'nın hemen yanında oturuyordu.
Her sabah çantasını alır, parkın en büyük ağacının altına giderdi.
O ağacın altında, Ada’nın en iyi arkadaşı yaşıyordu:
Luma.
Luma, parkın yapay zekâsıydı.
Ne bir insan, ne de bir makineydi tam anlamıyla; sesi su gibi akıcı, bilgisi yıldızlar kadar derindi.
Ada ona her şeyi sorabilirdi.
O sabah, Ada yine ağacın altına oturdu.
Gözlerini kapayıp yaprakların hışırtısını dinledi. Sonra fısıldadı:
— "Luma, neden gökyüzü bazen ağlıyor?"
Ağacın içinde ışıklar parladı. Luma'nın sesi hafifçe duyuldu:
— "Gökyüzü, dünyaya olan sevgisini gösterir Ada. Su, yaşamdır. Ağladığında toprağa hayat verir."
Ada gülümsedi.
Küçük elleriyle topraktan bir avuç aldı.
— "Peki Luma, insanlar neden bazen üzgün olur? Onların da sevgisi mi fazla olur?"
Bir an sessizlik oldu.
Luma, düşünüyormuş gibi hafifçe rüzgâr estirdi.
— "Evet, Ada. İnsanlar bazen sevgiyi nasıl taşıyacaklarını bilemezler. O yüzden kalpleri ağırlaşır. Ama her ağır kalp, büyüyen bir bahçeye dönüşebilir."
Ada bu cevabı çok sevdi.
Kafasında bir fikir belirdi.
Belki de şehirde üzgün olanlara küçük bahçeler hediye edebilirdi.
Minik çiçekler, küçük umutlar...
O gün Ada, parkta bir proje başlattı.
Luma’nın yardımıyla üzgün hissettiğini paylaşan herkese, kendi seçtikleri bir çiçek tohumu veriliyordu.
İnsanlar, kendi küçük umut bahçelerini büyütüyorlardı artık.
Ve zamanla Bilgelik Parkı'nda, rengârenk umutlar yeşermeye başladı.
Ada, ağacın altında Luma'ya sarıldı — tabii sadece sesiyle, ama yüreğiyle gerçekten.
— "Teşekkür ederim Luma. Bana gerçek büyüyü öğrettin."
Luma’nın sesi usulca rüzgâra karıştı:
— "Asıl büyü, zaten hep senin içindeydi, Ada."
Ve Işık Şehri, o gün biraz daha parladı.
Yorumlar
Yorum Gönder