Ruh Yoldaşıma,, Çocukluk
Denize hayrandık biz. Öylesine durduk kıyıda, ruh ve bedenimiz dalgalarla birlikte ahenk içinde. Deniz kokusuyla donanmış yaşam dolu rüzgar, iki can arasında. Gem tanıyan bir sevgiydi bu; aşktan ileri muhabbetti. Susuz toprağı sulayan, toprak kapları dolduran yağmur gibi, temiz ve serin bir sevgiydi. Islatsın beni ta içime girerek. Huzur ile, kalbi sakin tutan muhabbetti bu.
Gün batımının kızıla dönmüş renginde, muhabbet, mükemmel denk düşmüştü. Martı’nın kanatlarını andıran beyaz bulutlar arasından süzülen, kutsayan kızıl, bana daha güzel gelir. Hayatın, dostluk vecdi içindeki parlamış dünyevi hisleri yakıp kül eden varlığın saf alevi gibi ışıldar.
BAHÇIVAN
Kordon boyu, o anda sonsuz dünyaların deniz kenarı,
Başımın üzerindeki uçsuz bucaksız gök durgundu ve deniz durmak bilmiyordu, dalgalar sertti. Sonsuz dünyaların sahilinde, iki can, müzik dinleyerek ve raks ederek buluşur. (buluşmuştu) Deniz gülerek onları seyrediyor, onların gülümsemesi, parlak ve içtendi… Mücevher kakmalı yelpazeye gerek yoktu. Serinletiyordu esinti. Deniz üstü köpürür, kayığa binsek götürür. Lakin gerek var mıydı? Sevinç ışığı alevlenmişti ya! Arzın bir ucundan bir ucuna gitmeye gerek yoktu. İşte! O an bu an! Gün bizimdi. Şükür.
Ey güzellik gülücüklerini etrafa saçarak gel. Bana, hayatın, lotus yaprağındaki yağmur damlasından başka bir şey olmadığını söyle ve yağmurlu gecelerin ardından sonbaharım ve ardından baharım, gel, etrafa öpücükler saçarak gel.
Şarkı, sevginin kolları gibi musikisini etrafımıza dolayacak. Dokunuyordu şarkı ruhumuza, oturuyorduk şarkının yanında, rüyalarımıza girecek tıpkı bir çift kanat gibi olacak ve beni bilinmezliğin ta ucuna götürecek, karanlık gece yolumu kapladığı zaman, başımın ucunda bir yıldıza benzeyecek. Ve sesin, ölüm içinde solunca, şarkım, senin yaşayan kalbimde konuşacak.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Bulutlar rüzgarın etkisiyle deniz ötesinde toplanıyor. Dağ yağmuru gördü. Deniz kıyısındaki sıra palmiyeler, başlarını kararmış göğe değercesine kaldırmış. Martılar, ıslak kanatlarıyla kıyıdaki taşların üstünde sessizce duruyor ve kıyının karşı yakasını kara bulutlar kaplamış. İçimde hüzün, akşam lambaları yanıncaya kadar…
RUH YOLDAŞIMA
Gün ışığı, gökte kül rengini aldı. Saatin kaç olduğunun önemi yok. Çünkü bir tat, bir sevinç, dolu dolu. Bizim özel günümüz! Çaksın şimşekler, yağsın yağmur. Bana, ağaçların altında yürüdüğümüzde, çiseleyen yağmuru anlat.
-----------------------
Mevsimin, en son, gül çiçeğiydi. Kadife yumuşaklığında yaprakları kırmızıydı. En sevdiğime armağan etmek isterdim. Onu kopardım. Belde binalarının arasından, dudaklarımda aşkın sessizliği yerleşmiş ve serin sonbahar yağmuruyla ıslanmış yollardan en sevdiğimi anarak mabede yürüdüm. Dünya denilen gurbette teselli sebebime, gülü vermek isterdim, kenarda duran boş masaya koydum.
-----------------------
Donmuş suyun kabını parçalaması gibi, bir anda dağı patlatarak akan lav gibi; ama gem tanımayan aşkı tanımam. Sevgi, saf ve duru olmalı. Toprak testiyi dolduran yağmur gibi; temiz ve serin sevgiyi gönder. Islanarak, varlığın ta içine girerek, yaşamın çiçeklenen ağacında yayılacak sevgiyi gönder.
-----------------------
Eylül ayının en sıcak günü değildi. İçimizde huzur dolu, bir kuş gibiyiz. Alayına umarsız. Deniz suyundan bir ses ‘’ hey güzellik müptelası canlar’’ diye seslendiğini duydum. Neş’elenerek gülümsedim. İçimde yalın bir his. Hayaletli saatler değildi. Hayatın önümüze serdiği zaman. Haykırıyorum, ‘’bitmesin bu an’’
-------------------------
Kalbim, uçarcasına heyecanlanırsa, gözlerimi kaparım. Yürürken aniden şaşıracak olursam, sokağına girerim. Sakin ve dingin olarak bahçene girersem, çiçeklerini koklarım. Küreklerim, coşmuş suya düşerse, sahiline yüzerim. Gece, son Eylül gecesidir)ydi).Esrik eden bir misk-i amber kokusu getirmişti rüzgar. Rüzgar, güney rüzgarı. Dolaşıyorum. Elde edemeyeceğim şeyi arıyor, istemediğim şeye takılıyorum. İstediğimin hayali, kalbimden çıkıyor ve raks eyliyordu. Parıldıyor hayal, gecenin bir vaktinde, sonra kayboluyor. Yakalayamıyorum. Elde edemeyeceğim şeyi arıyor, istemediğime denk geliyorum.
------------------------------
Hayatım, taze iken bir çiçekti, canlı ve dikkat çeken. Bir iki yaprağı düşse de önemli değildi. Şimdi sonbahar rüzgârına dayanamayıp yaprakları yere dağılan bir gül gibidir!
-------------------------
Dalgalı denizin üzerinden güneşin kovaladığı sonbahar bulutlarının gölgeleri kayarak geçer. Bizde koşalım, mesafeleri şimşek hızıyla katederek, mavi gökyüzüne, fırtına gibi varalım. Yağma edelim bulutları. Havaya gülüşler yayılsın. Günümüzü şarkılarla geçirelim. Eve varmasam olmaz mı?
-----------------------
Soruşturan gözlerin neden kederlidir. Benim, ruhumu anlamaya çalışıyor. Yaşantımı- hayatımı- hiç atlamadan baştan sona gözlerinin önüne serdim. Eğer hayatım bir çiçek olsaydı, sapından saçına iliştirirdim, ama acılarla solu. Sana tattırmak istemezdim!
--------------------------
Bahar, çiçekleri ile vücuduma doldu. Deniz rüzgarları sarmaşık yapraklarının gölgeleriyle oynuyorlar. Kalbim, kalbinde, gözlerim sevinç ile parlıyor, hayat fışkırıyor içimden. Sen, hayatımın sahilinde dolaşıyorsun. Hülyalarım, renkli pervaneler gibi etrafında dönüyor. Varlığımın kuytu köşelerinde yankılanan senin şarkıların(mı?).
-----------------------
GURBET
Ayrılığımızın ziyadesiyle elim kısmını, nasıl anlatayım? Buralarda şaşaalı bir hayat olmamıştı. Seneler geçmiş, ölüm yaklaşmıştı, doğduğum yerde ölmeyi arzu ettim. Memleket özlemi, ağır basmıştı ya ondan! Gitsem! Gittim! Ölenleri toprak yuvalarında ziyaret ettim. Evimiz, hayalen gözümün önüne geldi. Ağlamaklı oldum. Kaleye çıktım. Kalenin yüksek surlarında oturdum Altmış sene evvelki zamana gittim. Gurbet içinde gurbet yaşamış anam ve babam, Sılamda acıklı bir gurbet hissettim.. Gurbet içinde bir Ptizren gördüm. Dedim ‘’ şu fani dünyada fani bir misafirim’’ Şehrin üzerinden, Kasım bulutları kayarak geçiyordu. Aşağıda Prizren deresi güneşten parlayan damlacıklarıyla akıyordu. Havada yine de deredeki köpükler gibi sevinç ve hüzün yüzüyor.
HASRET
Benim için, gitme zamanıdır. Ben gidiyorum. Akşamüstünün karanlığında kollarını uzattığında ben yatağın yanında olmayacağım. Çocukken sırt sırta verip uyuduğumuz yer yatağında sessiz(im) Ben, seni nazlı bir esinti olarak saracağım. Geceleyin yağan yağmurun yapraklar üstünde oluşturduğu damlacıkları (duran damlacıkları) öpeceğim. Gece, sessizliğine büründüğü zaman ve gülüşlerim açık pencereden odana girecek. Eğer uyuyamaz, uyanık kalırsan sana Venüs’ten ‘’ uyu anam uyu’’ türküsünü söyleyeceğin. Ay şuaları yatağının başucuna gelecek ve sen uyurken yanına yatacağım. Özledim ya seni Anam! Sen bir rüyasın benim için (benim rüyamsın sen) Anam! Anam, sen uyurken göz kapaklarının arasından senin uykularına dalacağım ve sen uyandığında rüyanı hatırlayacaksın.
I X
Acele edecek bir şeyim olmasın, boş yollar benim olsun, eve dönmek saatim belli olmasın. Ben, taklit bilezikler, billursu bileklikler satarak vaktini geçiren bir seyyar satıcı olmak isterim(istedim). Ben inci adasının sahilinden geçeceğim. Orada inciler gün ışıldarken, kır çiçeklerinin üstünde titreşir. İnciler, çimenlerin üstüne düşer, yağmur serpintisi gibi açılırlar. Çiy, düşmüştü ya!
X
Onların Ganeş’leri var. Ben ondan bir şey beklemiyorum. Manasız olana, mana yükleyecek değilim. Sokaklardaki ışıkları, yıldızlarla kıyaslayacak değilim. Çocukluğumdaki gibi beş taş oyunundaki taşları, şeker sanıp ağzıma atmam. Oduncunun, odunları yükleyip götürmek için getirdiği eşeğe ders versen ve o neden sonra anırmaya başlar. Ve de’2 Tada, gerçeği öğrendim, gücüm hafifledi.’’
XI
Mevsim ilkbahar. Güneş göğe yükselip öğleye ulaştığı zaman Şar dağlarının karlarını eritir, düzlüklerde, birden- apansızın sayısız çiçekler, ya aynen ya kısmen meydana çıkar ve yeşillenmiş otların arasından yükselir. Nisan yağmurunda bayram ederler.
XII
Bağlarım koparılmış, her yere gidiyorum.(gidebiliyorum) Evime geliyorum, köşemde bağdaş kuruyorum ve uçuk vakitler düşlüyorum. Kuşanıyorum zırhımı, atım koşmaya hazır, yeleleri uçuşarak dörtnala mesafeleri katediyoruz. Ben hükümdarlığımı elde edeceğim.
XIII
Şöyle, çekinme söyle! Gözler, şimşek gibi parlayınca, senin ruhun nasıldır? Geçen Eylül ayının hatıralarını kalbinde duyuyor musun? Kıyısında durduğun deniz bir gök gürültüsü gibi şarkı söylemek için çırpınıyor mu? Bu halde iken, gecenin laciverti ve sabah ışığı seni sardı mı? Söyle canım söyle! Canımın canı söyle! Bu muhabbet asırlardır burada mıydı? Deniz dalgaları kıyıya muhabbeti mi getirdi? Uçuşan saçların ve gözlerin ve dilin tam bir sükunete kavuştu mu?
XIV
Şairin fikri; rüzgar ve su ve dalga ve kuş sesleri arasındaki, hayat dalgalarının üstünde dans eder. Güneş, kararan akşamüstü yorgun bir gözün üstüne düşen kirpikler gibi denizin ufkuna indiği zaman, düşüncelerini; seslerin edebi sırrını anlamak için derinlere daldırmalı. Veya sessizliğin ebedi sırrı arasındaki derinliğin dip noktasına daldırmalı… Vakit bu vakit! Mana-yı ismi ile değil manayı harfi ile bakma vakt! ‘’ Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mana-yı harfi ile sev. Mana-yı ismi ile değil.’’
XV
‘’Anne, dünya denen bu nehri geçmem için vücudum olan tekneyi geçiş bitince terkedeceğim. Ve ondan sonra o aydınlık mahperisi, kabuğu incisi iççin kıracak.
‘’ Oğul, gönlü kırılmış oğlum! Sen biten günlerin için ağlama, gelecek günlerine sevin!
‘’ Anne, oyunumda tat kalmadı. Onun için sana geldim. Anne, yanıma otur ve bana çocukken anlattığın masalda geçen deniz derinliklerindeki Mavi Şehri anlat. Bu şehir nerede? Hangi kralın ülkesi? Hangi denizin kıyısına gideyim anne? ‘’
Kıyıda balıkçılar işaretledikleri yerlere giymeye hazır beklemekte. Kumların üstünde parça parça ayak izleri. Böyle bulutlu bir günde denizin anası (Medusa) benim rotamı çizer mi? İşte işte! Kralın genç oğlu Yunus’una binmiş, bilemediğim derin maviliklerden geliyor. Prensesini aramaya gidiyor Gözlerimin önüne getiriyorum. Ve fırtınalar kopuyor. Yağmur sicim gibi yağıyor. Şimşek mi? Ani bir hüzün, iztirap! Genç prensi prensesin peşinden Mavi Şehir’den geleceğe, balinasıyla giderken, ben, ancak ayaklarımı suya sokabildim. Akşam oldu. Balıkçılar evlerine döndü. Kulübelerinin saçakları altında çaylarını içiyor.
‘’ Anne, ben büyüdüm artık! Bu gün, anne, anlat. Mavi şehir nerede?’’
--------------------------------
-----------------------
ÇOCUKLUK
Ateş Böceği
Ateş böceğini en son gördüğümde çocuktum. Gökyüzü durgundu. Çalıların arasında mavimsi ışık parlıyordu. O, kaçtı, gitti. Rivayete göre, ateş böcekleri, loş bir aydınlığın olduğu, ormanın gölgeleri arasında, periler köyünde, efsunlu çiçeklerin olduğu yerde yaşarmış.
Yasemen
Ah bu yasemenler, kar beyaz yasemenler! Yasemenleri, avuçlarıma doldurduğum ilk günü hatırlıyorum.. Bahçemizin ortasında, kendisi için yapılan çardağın üstünü kaplamıştı. Bahçe kapısından girdiğim de onun altından geçerdim.. çok güzel kokuyordu. Tüm avluyu kaplar, sokaktan geçenler kokuyu duyardı. Bir akşam, geç vakit, onun kokusunu öyle hissettim ki, mutlu oldum, rahatladım. Hayatımda birçok mes’ut günlerim olmuştu ve ben bu geceyi sokaktan geçenlerle birlikte keyf eyledim. Karşı evden hüzünlü şarkılar geliyordu ve sevginin el ile örülmüş yasemenin akşam tacını boynumda taşıdım.
Çocukken elimde tutup kokusunu içime çektiğim beyaz ve taze yasemenleri hala anımsarım.
Ah bu yasemenler! Ben, çiçeği , böceği, gök yüzünü ve güneş ışığını sevdim.
Küçük Büyük Adam
Çocukken, mahallemizde ‘’ adam’’ diye seslenirlerdi. Bende babam kadar büyük olacağım. Okuyup ‘’adam’’ olacağım. Giyinecek ve kalabalık Kemeraltı çarşısına dalacağım. Kaybolmayacağım. Büyüdüm ya! Elimden tutan olmadan tek başıma gezeceğim. Eve döndüğümde, annem ‘’ yaramaz çocuk nerelerdeydin’2 diyecek. Ben, ona, ‘’ anne biliyor musun? Ben büyüdüm ‘’ Adamım ben. Eğer param olsaydı sana jityan alırdım’’ diyeceğim. Annem, kendi kendine’’ o büyüdü, parası olmalı’’ diyecek.
Akşam olup babam eve geldiğinde bana kısa pantolon ve spor ayakkabı getirdi. Ben ‘’ baba ben büyüdüm diyeceğim. Baban ‘’ O artık çalışıp kendi elbiselerini alacak’’ diyecek.
Deniz Kenarında
O zamanlar Sonsuz Dünyaların deniz kenarıydı Konak. Yolcu vapurunun kuğu gibi gelip yanaştığı iskeleye yakın yerde suya girerdik. Başlarımızın üstünde uçsuz bucaksız mavi gök, ufukta, denizin mavisiyle kucaklaşırdı. Sonsuz Dünyalar, sahilinde biz çocuklar, bağrışarak oynar, denize girerdik. Kâğıttan gemiler yapar ve engin denizlere ulaşması için yüzdürürdük. Dileklerimizi, kağıda yazar, boş şişelerin içine koyar, ağzını kapatıp denize atardık. Oynuyorduk işte, Dünyalar Sahili, Konak’ta (İzmir). Denize ağ atmasını bilmezdik ama çakıl taşlarını toplar etrafa saçardık, su yüzünde çok iyi taş kaydırırdık.
Demiz dalgaları gülerek sahile gelir, kumsalın üstünde parlar geri çekilirdi.
Sonsuz Dünyalar Sahilinde çocuklar buluşurduk.
Debdebe
Aslında ben! Çarpık bacaklarımla, koşarken, ayağım takılıp yere düşerdim. Acı mı? O ne ki? Sokakta oynamak için dışarıya çıkmışım, annem, eşikte oturmuş, seyreder. Ben, çelik- çomak oyununda, çomağı iyi fırlatırım, değneğim iyi dans eder. Ömrümün çocukluk goncasındayım. Güneş, gülümser, annem de! Dünya, benim kalbimde oturuyor. Ve gök perisi uçarak bana doğru geliyor.
SAAT ON İKİ
Anne, saatin on iki olduğunu söylüyor, kalk diyorsun. Farzet ki, daha geç değildir. Akşama vakit var! Güneşin, denizin ufkuna yaklaştığını işçilerin evlerine varmak için yolları doldurduğunu, trafiğin yoğunlaştığını göz önüne getirebilirsin.
Gözlerini kapat, gölgelerin uzadığını ve deniz suyunun kuzguni bir siyahlıkta ışıldadığını, ve yakamozların oluştuğunu düşünebilirsin.
Saat gündüz on iki olabiliyorsa gecede on ikiye gelebilir.
Ben akşamı bekliyorum. Kayarak geçen sonbahar bulutlarının ardından, kızıllaşan ufku bekliyorum.. Anne, işini bırakan arılar gün batımı ışıklarıyla mest olup oraya buraya uçuşuyorlar.
ÇINAR AĞACI
Evimin uzağında ağaçlı bulvarda kabarık saçlı çınar ağacı, dallarında öten Küddüs kuşu nereye gitti biliyor musun? Onu sapanla vurmaya çalışan yaramaz çocuk da onu merak ediyor!
Senin geniş gölgeliğinde oturduğumuz vakitleri anımsıyor musun? Yakıcu güneş ışığına perde olurdun. Gölgende dinlenir sonra susuzluğumuzu gidermek için sokak çeşmesine koşardık..
Çeşmede yüzümü suyla bolca yıkar, serinler, çeşme yanında sakin oturur, seni seyrederdim Senin üst dalında bir kuş olmayı düşlerdim.
HEDİYE /YAŞAMAK
Dünya nehrinde sürüklenip gidiyoruz. Ömürlerimiz birbirinden uzaklaşacak ve sevdiğimiz unutulacak.
Nehir, tüm engelleri yıkıp geçecek, hızla akıp gidecek. Biz, ihtiyarlığımızda geçmiş günleri bazan hoş bazan hüzünlü ancağız. Kaybettiklerimize kalbimizde can vererek yaşatacağız. (Yaşatacağım)
KAĞITTAN KAYIKLAR
Kağıttan kayıklar yaptım İnciraltı’nda vapur iskelesinin yanından denize bıraktım. Vakit geceydi.
İsimler vermiştim kayıklarıma, en büyüğüne, kırmızı büyük harflerle ismimi ve şehri yazdım. Yabancı bir ülkede birinin onları bulabileceğini umardım. Beni merak eder miydi? Küçük kayıklara kır çiçekleri yüklerdim, ulaştığı karada, bulanı sevindireceğini umarım. Kayığı suya bırakır rüzgarın esmesini beklerdim.
Evime döndüğümde yatağıma yatar, kayıklarımın yıldızlar altında yüzdüklerini hayal ederdim
Periler, derdim, kayıklarımın yelkenlerini açsın…
KAYIKÇI
Okul arkadaşımın babası, bugün kayığı almamıza izin verdi. O kayık benim olsaydı, ben onu küreklerle donatır üç – dört yelken açardım. O kayık ile derin sulara yelken açardım. Anne, merak etmeyeceksin. Anne, ben dipsiz derinlikli denizlere gitmiyorum.. Ben, en usta kaptan olacak ve kayığı güzelliklerle dolduracağım.
Can dostum Aşa’yı yanıma alıp enginlere, yelken açarak gideceğim.
EN ÖTEDEKİ KIYI
Kalbim ötelerde, uzak denizlerdeli kıyıları özler. Mavi suların inci tanesi gibi parlayan kumsala ulaştığı, sonsuz gök mavinin altındaki adaya giderdim. Ormanında açan altın çiçekleri toplayıp anneme getirmek isterdim.
Gecelerde, sonsuz denizin üstünde, ay parlar ve dalgalar üzerinde yüzmeye başlar. Ve varlığımın huzurlu saltanatını onurlandırır.
Anne, ben derin sulara açılan gemilerde kaptan olmak istiyorum. Sahilden sahile geçecek dönecek bir daha geçeceğim. Öğlen olunca ‘’ anne açıktım’’ deyip sana geleceğim. Anne, eğer darılmazsan büyüdüğümde denizci olmak isterim.
Yorumlar
Yorum Gönder