Prizren ve Prizren (Almanca s70, 80
Denize düşen yılana sarılır misali, komünist partiye üye oluyor, her akşam toplantılara, içki partilerine katılıyordu. Bunların faydaları da ol-muyor değildi. Karakola alınan bazı tanıdıklarını dayak yemekten kurtarıyor, hapise atılmalarını engelliyordu.
Belgradta askerlik yaparken Komünist par-tiye kaydolan İsmail Hakkı Prizrene müftü olmuş-tu. Partiye üye olduğunu çok insan bilmezdi. Bay-raklı camisinde imamlıkta yapıyordu.
Kuriladan inişte sol boğazdaki tekkeye Şeyh Bedruş bakardı. Ailece tekkenin geniş avlusunun çevresindeki odalarda kalırlardı. Şeyh Bedruşun akrabası Hüseyin her akşam içerdi. Şeyh ise düz-gün adamdı. Her cuma Bayraklı camisine gidi-yordu. Bu Cuma Oruç Seyari vaaz edecekti.
Oruç Seyari çok temiz insandı. Değirmi çeh-resinde nur vardı. Bayraklı camisinin bitişiğinde bulunan sadece dini ilimler öğretilen ama şimdi-lerde çalışmayan medresede ders verirdi. Oruç Seyari aslen Goralıydı. 1944 te medrese bitirmiş icazet almıştı. Bilgili bir hocaydı. Müftü İsmail Hakkı Cuma hutbesini onun okumasını istemişti. Oruç Seyari hutbesinde, birlik beraberlikten bah-setti. Eğer bu camii tutan sütunlardan biri olmazsa caminin ayakta duramayacağını, yıkılacağını, ina-71
ALAETTİN COŞKUN
nanlarında birlik içinde olmaları gerektiğini birlik içinde olmazlarsa, çaresizliğe, namertliğe düşecek-lerini anlattı. Dualar ettirdi. Hep bir ağızdan keli-meyi şahadet getirtti.
Gün boyu dağları bir örtü gibi sarmış olan bulutlar yavaş yavaş dağılıyor akşamın kızıllığı sönüyordu. Ufukta bulutlar mor renge dönüşü-yor, havanın çarpmasıyla parçalara ayrılıyor, sav-ruluyordu. Gecenin lambaları olan yıldızlar gö-rülmeye başlamıştı. İnsanlar dertli, toprağa bu-lanmış, yorgun argın evlerine dönüyordu. Gece çok şeyi örtüyordu. İnsanlar başlarını yastığa koyduklarında günün dertlerini yorgunluklarını unutabiliyordu. İnsanlar geceye teslim oluyordu. Yıllardır bu topraklarda yaşaya gelmiş insanlar burada ölecek, bu toprağın bağrına gömülecek, belki o vakit huzura kavuşacaktı.
***
Gökyüzü ağarmaya başlamıştı. Gündüzü sa-rıp sarmalayan gece, örtüsünü kaldırıyordu. Şar dağının arkasından sabah Prizrene geliyordu. Günün ilk ışıkları evlerin odalarını aydınlatmıştı.
72
PRİZREN VE PRİZREN
Güneşin ışığı içerisini nasıl aydınlatıyorsa Oruç Seyarinin içine de gittikçe çoğalan bir aydınlıkla aydınlatıyor, ruhuna doluyor, gittikçe büyüyor, sonsuz huzur ve yaşama sevinci veriyordu. Oruç Seyari, saf, temiz, günahsız insandı. İçinde, ışık-tan, sevgiden başka bir şey yoktu.
Sabah namazını kılmış, dualar ediyordu.
Seher vaktinde, yalnızlığın içinde bu büyük huzurun kucağında tekrar uykuya daldı. Kuşluk vakti evden dışarı çıktı. Prizrenin hüzünlü günle-rinden bir gündü. Şadırvandan yana yavaş yavaş yürümeye başladı. Polisler önünü kesti. Yaka paça alıp götürdüler.
Akşam oldu. Eve gelmeyince merakla birlik-te endişede başladı. Kız kardeşi ki, ikiziydi, udbaya gitti.
- Oruç Seyariye ne oldu? Bu saate kadar
eve dönmedi.
Kimse bir şey demedi, ertesi gün tekrar poli-se gittiler.
Kız kardeşi:
- Nereye kayboldu bu? Nerde? Siz mi aldı-
nız?
73
ALAETTİN COŞKUN
Polis:
- Yıkılan caminin altında kalmıştır belki!
Bilmiyoz dedi. Dalga geçti.
Birkaç gün sonra Priştine ye giden otobüste gördüler. Tutuklamışlardı. İşkenceler görecek. Mahkemeye çıkaracaklardı.
Oruç Seyarinin evi soğuk, nemli, karanlık izbe köşelerine dönmüştü. Odalar kasvetle dol-muş, karısı ve çocukları, sessizliğe ve karanlığa gömülmüştü.
Oruç Seyari, Nasyonal Demokrat Şiptar-Nacional Demokrati Şiptar - (milliyetçi demokra-tik arnavut) partisinin üyesiydi. Goralı olduğu halde Arnavutların safındaydı, bu toprağın insa-nıydı, mücadele ediyordu.
Oruç Seyari yi hemen mahkemeye çıkardı-lar.
Mahkeme başkanı:
- Sen toplantılara katılmışın, her hafta bir
evde toplanmış aranızda para toplamışsı-
nız. O paralarla silah almışsınız.
Oruç Seyari: 74
PRİZREN VE PRİZREN
- Mevlüt okuduk, ölenlerimiz için… Parayı da ailelerine yardım olsun diye topladık. Bende de silah yok.
Her mahkeme edilişinde aynı şeyleri söyledi. Aynı sözlerle savundu kendini. Altı sene ceza aldı. Prizrende bu partiye üye daha kimleri götürme-diler ki! Birçok insanı aldılar, hapise attılar. Evler boşalmıştı. Bazıları kandırılmış olacak ki; doğruyu söylediler yirmi sene hapis cezası yediler.
Gençler yaşlılar akşamları düzenlenen kon-feranslara çağrılıyordu. Korkudan pek gitmeyen yoktu. Bu konferanslara Oruç Seyarinin oğlu Re-cepte katılmak zorunda kaldığından katılıyordu. Okuması güzel olduğundan, partinin yayın orga-nı gazeteyi ona okuturlardı.
Gençler içinde kurslar düzenliyorlardı. Uçaksavar saldırısından nasıl kurtululur veya si-per nasıl kazılır gibi, ama kurslarda hep komü-nizm anlatılırdı. Bu kurslara başka şehirlerden katılımda olurdu.
***
75
ALAETTİN COŞKUN
Güneş batmış kaybolmuş, dağların ardına gitmişti. Hava ağırdı. Sessizlik çökmüştü.
Fehim İbrahimin evinin önünde yatan ma-halle köpekleri avlamaya başladı. Şiddetle avlıyor-lardı. Gelenleri sevmedikleri kendilerini yırtarca-sına avlamalarından belli oluyordu. Gelenler ya-pancıydı.
Dış kapıya hızlı hızlı vurdular. Karısı Naciye ve çocuklar kapıya koştu.
Dışarıdan kalın bir ses:
Kapıyı açın! Oğlu Reşat:
Kimsiniz? Ne istiyosunuz?
- Gelen gençler var. Evin bir odasında kala-
caklar.
Naciye:
- Olmaz. Kapıyı açmam. İsterseniz kapıyı
kırın. Kocamı aldınız hapise attınız. Bi de
size evi mi vericem. Olmaz olmaz!…
Gelenlerin kaç kişi olduğunu kestiremediler. Çocuklar kapı arkasına ağaçtan destek yaptılar.
76
PRİZREN VE PRİZREN
Taş koydular. Sofaya çıkıp ışıkları söndürdüler. Sessizliğe oturdular. Islanmış puslu camlardan dışarının soluk sarı ışıkları görünüyordu.
Gelenler birkaç kez daha kapıya vurduktan sonra çekip gittiler.
Köpekler biteviye avlıyordu.
Naciye de ruh-u canıyla kocasının Zemundan kazasız belasız sağ salim evine gelme-sini istiyor, dualar ediyordu. O evinin direğiydi. Ev onunla güvenliydi. İnşallah serbest bırakırlar-dı. Daha ne kadar yatacaktı?
Naciye kızlarıyla evi sildi süpürdü temizledi. Duvarları kireç boyadı. Odalarını donattı. Ev gül gibi temiz ve kokulu oldu. Kocasını bekliyordu, hem ramazan yaklaşıyordu.
***
Kasabada her ev ramazana hazırlık yapıyor-du. Etler kavruluyor, iç yağı eritiliyor, gül şerbet-leri hazırlanıyordu.
77
ALAETTİN COŞKUN
Bayraklı camisi (Gazi Mehmet Paşa camisi) temizlendi iç duvarlar beyaz boya ile boyandı. Bahçesinin etrafında ki dokuz çeşme soğuk ve içi-lecek suyu ile ramazan akşamları insanları serinle-tecek, huzur verecekti. Her ezan vakitlerinde mi-nareden bayrak sallanıyor, diğer camilerle birlikte ezan başlıyordu. Bu ramazan boyunca devam edecekti.
Ramazanın ilk günü günlük güneşlikti, ne sı-cak ne soğuktu, teni okşayan az serin bir esinti vardı. Ramazan insanlar arasında bir ilinti kur-muştu. Bir duruluk bir huzur vardı. Komşular birbirini iftara davet ediyor, olanla, en güzel sofra-ları kuruyor yiyip içiyordu.
Büyükler teravide camileri dolduruyor, gü-zel sesliler kuran okuyordu. Hayat geceleri de canlıydı. Çocuklar geceleri sokaklarda koliba (ev-cikler) yapıyor, başka mahalle çocukları gelip yı-kıyor, sahura kadar bağrışıyor çağrışıyordu. Ba-zıları mezarlıktan büyük dikenli bitkileri toplayıp duvarlar yapıyor, bazı çocuklar akşamdan camile-ri ve kiliseleri dolaşıyor; para atılan deliklere ufak kemiksiz ellerini sokuyor kalan para var mı diye bakıyordu.
Partizanlarda küçük çocuklara sokak lamba-larını kırdırıyordu. Onlar karanlıkları seviyordu.
78
PRİZREN VE PRİZREN
Ruhlarında her an olan; şiddetli yağma duygula-rıyla, karanlıkta çalacak şeyler arıyordu.
Büyükler ellerinde fazladan ne zahire varsa camilere ve tekkelere götürüyor veriyordu.
Mahalleler yeniden canlanıyordu. Kireç ha-zırlanıyor, renkler karıştırılıyor evlerin dışları bo-yanıyordu. Bayramı karşılamak adettendi.
Prizren, etrafını çeviren tepelerde coşan ne-batat arasında kalmış asude ve renkli bir şehirdi. Ama bundan böyle bura insanının şaşaalandıracak yaşamları olamazdı. Sokakların-da insanların kanına değen elleriyle dolaşan herif-ler vardı.
Bayram yinede iyi geçti. Bayram namazın-dan sonra erkekler ev ziyaretleri yaptı, kadınlar evde gelen misafirleri bekledi. Hiçbir kapı ka-panmadı; her kapı sevenlere açıktı. Kırk kat bak-lavalar ikram edildi, gül şerbetleri içildi. Bayrama tekrar kavuşmak için dualar edildi.
***
79
ALAETTİN COŞKUN
Kış kapıdaydı.
Coşo tarlayı çeviren taş duvarları kontrol et-ti, yıkılanları yerine koydu. Fazla yağmurda tarla-nın sele kapılmasını engellemek için suyun gidiş yollarını temizledi. Koca elleriyle toprağını eşele-di. Toprağın kokusu hoştu. Coşonun kalbi bura-daydı, tarlasındaydı. Tarla içinde ki çeşit çeşit ağaçların diplerini temizledi. Güneşin tepeye di-kildiği vakitte bile durmadı çalıştı.
Coşo yorulmuştu. Evine geldi. Gömlek kolla-rını dirseklerine, paçalarını dizlerine kadar çekti. Hayriye su getirdi. Suyu maşrapayla dökerek yü-zünü ellerini ayaklarını bir güzel yıkadı. Yanında ayakta duran Hayriyeye baktı:
- Bizim çalışıp çabalamaktan başka çaremiz
yok. Elimizde ne var? Çalışıcaz. Ne geldi
Allah bereket versin, şükredicez.
Hayriye havluyu verdi:
- Şükretmeliyiz öyle de. Bu partizanlar
buğdayın yarısını almasa daha iyi olur ya.
dedi.
Leğeni aldı, sofaya çıktı. Herkes acıkmıştı. Güldane ile Hado sofrayı çoktan hazırlamıştı.
80
PRİZREN VE PRİZREN
Mehmet kundaktaydı, beş çocukla beraber yer sofrasına dizildiler.
Önce cervişi kaşıkladılar. Sonra kol böreğini çala kaşık ayranla yediler. Allahın verdiğine şük-rettiler.
Faridin:
- Aco, bilirmisin Salahattini udbaya almış-
lar.
Coşo:
Duymadım. Abdul Aganın oğlu Salahattin mi?
Ya, onu
Coşo sabah huzurlu kalkmak istiyordu. Bu tutuklamalar onu üzüyor, güçsüz bırakıyor, saba-hını donuklaştırıyordu. Bedeninin ısındığını his-setti. Bedeni oyunbozanlık etmeye başlamıştı. Sı-kıntı bastı.
Coşo:
Allah yardım etsin. Ne için tutmuşlar?
Silah için
Nerde duydun?
81
ALAETTİN COŞKUN
- Bugün, atlara nal taktırırken, orda söyledi-ler
Coşo sofadan tahta verandaya çıktı. Gökyü-züne bakarken kendi kendine bunu sordu: Nasıl olucak?
***
Havalar aniden bozdu. Şar dağı sislere bu-rundu. Kış fırtınaları
Yorumlar
Yorum Gönder