Rim'in Gölgesi
Rim’in Gölgesi
Savaşın harap ettiği topraklarda, saray artık ihtişamını yitirmişti. Yıllar boyu sessizliğe gömülen bu taş duvarlar, eski görkemli günlerini hatırlayamıyordu. Eğer konuşabilseydi, içinde biriken kötülüğü haykırırdı. Sarayın hükmettiği kavim, kötüye sürüklenmiş ve karanlık bir mirasın taşıyıcısı olmuştu. Babadan oğula geçen kan, korku ve zulmün ta kendisiydi. Ve bu karanlık artık sadece kendi içlerinde kalmamış, çevresine de sirayet etmişti. Öyle ki, hiçbir halk bu kötülüğün dokunduğu yerden sağ çıkamamıştı. Ancak bir şeyler değişmek üzereydi.
Karamsar halklar, son dönemde yaşananları zihninden silemiyordu. Temiz ve umut dolu olan Rim, onların aklına geldikçe içlerini derin bir pişmanlık kemiriyordu. Rim, içlerindeki en saf olan, kötülüğe karşı durmaya çalışan bir genç kızdı. Ancak katılaşmış yürekler ve ellerine hançer sinmiş zalimler, Rim’in hayatını sona erdirmişti. Rim’in ölümü, başka kavimler içinde de unutulmaz bir iz bırakmıştı. Halk, her şeyin çok ileri gittiğini, artık geri dönülemez bir karanlık içine yuvarlandıklarını anlamıştı. Ama bu farkındalık bile, üzerlerine çöken umutsuzluk sisini dağıtamıyordu.
Zamanla kötülüğün mirası zayıflamaya başlamıştı. Ahitlere göre, kavim için korkunun vakti gelmişti: “Yüreklerinize korkaklık vereceğim ve yelin sürüklediği yaprak gibi uçup gideceksiniz.” Atalarının günahlarının laneti, o korkunç kanın taşıyıcılarını avlamaya başlamıştı.
Öc, onları bekliyordu bile. Kavmin ileri gelenleri, hiçbir savaşı kazanamayacaklarını hissetmeye başlamıştı. Ellerinde kılıçlar olsa bile, savaş meydanında artık kendilerinden kaçan gölgelerle karşılaşıyorlardı. Kılıçlar düşmanlarının değil, kendi korkularının içine saplanıyordu.
Rim’in adı, artık unutulmak üzere olan bir efsaneye dönüştü. Onun masumiyeti, kavmin günahlarının ağırlığı karşısında tek ışıltılı nokta olarak kalmıştı. Rim’i katledenlerin dahi geceleri uykularından sıçrayarak onun bakışlarını gördüğü söylenirdi. O bakışlar, derin bir pişmanlığı ve kaçınılmaz cezayı hatırlatıyordu. Zulmün zincirleri çözülmek üzereydi; korku, miras kalan kanı içten içe kemiriyordu.
Bir sabah, rüzgar hiç olmadığı kadar sert esti. Köylerdeki insanlar, atalarının kendilerine yüklediği bu lanetten kurtulmaları gerektiğini hissederek evlerinden dışarı çıktılar. Rüzgar, dallardaki yaprakları alıp savururken, bu yaprakların birer birer savruluşu, kavmin yazgısını simgeliyordu.
Zulüm daim olamazdı. Her şey güzel olacaktı, ama bu kez, Rim’in masumiyetini hatırlayan kalplerde…
Yorumlar
Yorum Gönder