Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mezarlıkbaşı Mahallesi...

Resim
Çocukluğun içe sığmaz çoşkusunun en ufak şeylerin zevk kaynağı olduğu o günlerde, ruhumun tazeliği, benim için bir enerji bir bitmez güçtü. Gözlerimin içinde sevinçli hatta haylaz parıltıların belirdiği... Annemin göğsüne başımı koyduğumda hissettiğim mutluluk... Pis mahalle, çocukluğumun bu paklığını kirletememişti. Babam korkutucuydu. Yaptıkları salt bizi korumak amaçlı olsa da, sertti. Annemin tatlı sesi, çocuk yüreğime, şefkatin, merhametin, efsunlu bir üflemesi gibi gelirdi. 

MÜLTECİ

            Mostar'da sokaktayken, yurdumdaydım.            Kentimin insanları aşkla, güneşle, sıcaklıkla, nükteyle ve dostlukla yaşarlardı. Dostluk, yaşamın en önemli öğesidir. Dostun çoksa, zenginsin.           Benim bir sürü dostum vardı. Hepimiz kardeştik. Dini inancım olmadığı halde, memnun etmek, birlikte olmak, sevdiklerimin yanında bulunmak için, Katolik, Hırvat, Müslüman dini bayramlarına katılırdım. Bu öfke patlamasına bugün anlam vermek olası mı? Hiçbir zaman anlayamayacağım, sana hiçbir şey açıklayamam Pedja'cığım çünkü kendim de anlamıyorum.          Burada, sokakta hiçbir dosta rastlamıyorum. Bir köşede durup gevezelik etmem, birisine günaydın deyip bir başkasına sarılıp öpmem mümkün değil... Yalnızca yabancı yüzler var. Geçerken zor zar nazik bir gülümseyiş...konuşmak,iletişim kurmak isterdim, oysa insanların gözlerinde kuşku dolu bir merak ışıltısı görüyorum.          Bir mülteciyim ben.         Bakışları üzerimde hissediyorum. Beni inceliyorlar: ''İşte

DENEMELER: ŞEHRE İÇERİDEN BAKMAK 2

DENEMELER: ŞEHRE İÇERİDEN BAKMAK 2 :      Eski evler toprak ve taştan olurdu. Odalar büyük tavanı yüksek olurdu. Bahçeli olurdu ve bitişik evlerden bir diğerine kapıcık denen ye...

ŞEHRE İÇERİDEN BAKMAK 2

     Eski evler toprak ve taştan olurdu. Odalar büyük tavanı yüksek olurdu. Bahçeli olurdu ve bitişik evlerden bir diğerine kapıcık denen yerlerden geçebilirdiniz. Sokağın bir ucundan diğer ucuna bu ufak kapılar sayesinde içten ulaşabilirdiniz. Eski evler büyüklük taslamazdı. Devasa yapıları - örneğin cami, han, hamam- sultanlar ve sancak paşaları(eyalet valileri) yaptırırdı.     Mahallede evler birbirine benzediği için, zengin ve fakir arasındaki fark şimdiki gibi net belirgin değildi.     Mahalleler birbirini tanıyan ve birbirine kefil olan hanelerden(evlerden) oluşurdu. Bu önemli bir unsurdu ve müessesedir. Zira mahalle halkının -köy dahil- birbirine yabancılaşmış hanelerden oluşmasını önler; mahalle bir birimdir, birey, ailesinin olduğu gibi yaşadığı mahallenin de - evi ile birlikte- bir üyesidir.

DENEMELER: ŞEHRE İÇERİDEN BAKMAK 1

DENEMELER: ŞEHRE İÇERİDEN BAKMAK 1 :        Şehirde, insanlar sürekli bir şeyleri kaçıracakmış gibi acele ediyor. Oradan oraya, sıkışarak birbirlerini sıkıştırarak hareket ediyo...

ŞEHRE İÇERİDEN BAKMAK 1

       Şehirde, insanlar sürekli bir şeyleri kaçıracakmış gibi acele ediyor. Oradan oraya, sıkışarak birbirlerini sıkıştırarak hareket ediyor. Belki, köylerinde, olsalardı kendi yerlerinde olduklarını bilerek, yapacak işleri çok olsa da acele etmezler boş da durmazlardı.      Bazı insanların yabancı gibi durduklarını görüyorum. Şehirde bulunduğu yere ait olamama durumu gözleniyor. Şehir yaşamını bilmemek her şeyi olumsuzlaştırarak sürüp gitmiş oluyor.       Şehirleşmek, medeni olmaktır. Şehir, her gereksinimi rahatlıkla karşılandığı yerdir. Hastaneleri, okulları, fırınları diğer iş yerleri, insana yöneliktir. Nüfusun çok oluşu bu olanaklara ulaşmayı zorlaştırıyor veya pahalı hale getiriyor. Günümüz şehirleri insanları bir ölçüde yalnızlaştırıyor.1+1 dairelerde oturan yalnız olmayı beğenen, kendimize yetebiliyoruz  yalnız olabiliriz diyen, kalabalıklar içinde, koca gökdelende tek yaşayan insanları görebiliyorsunuz.      Birbirinin güneşine engel olan binalar ve bunun bir hak ihlali o

DENEMELER: Gerçekçilik ve Sezgi

DENEMELER: Gerçekçilik ve Sezgi :      Türel hayatımızda, fetiş olgularımız olmadan, eklektik yöntemlerimize imgelerimizi de ekleyerek rasyonel alanlar oluşturmaya çalışmalıy...

Gerçekçilik ve Sezgi

Resim
     Türel hayatımızda, fetiş olgularımız olmadan, eklektik yöntemlerimize imgelerimizi de ekleyerek rasyonel alanlar oluşturmaya çalışmalıyız. Bunda ne kadar başarılı olacağımız, beynimizin kıvrımlarında gizlidir.       Einstein bir tebliğinde. ''Keşiflerinin arkasındaki itici gücün, aklı değil, sezgileri olduğunu'' söylüyor.       Dünyamızı salt gözlemlerle, mantıkla anlayamayız. Dünyayı çözebilmek için, gerçeklerin yanına, sezgileri de koymak gerekir. Akıl dışı şeyler, daim itici güç olmuş, bizi ve hayatı tamamlamıştır.  DENEMELER s. 48                

ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR

Resim
       Ezbere dayalı sistemde eğitim görmüş birinin, çok araştırıp okumayan birinin, olayları detaylandırıp değerlendirmesini beklemek hata olur. Skolastik düşünceye sahip olan birinin kritik etme ve akıl yürütme olasılığı zaten olmuyor. Bunu analitik düşünceyi becerebilmiş ve algoritmaları iyi kurabilen kişiler yapabilir.         Şeytan ayrıntıda gizlidir deyip; olayları değerlendirmek, geniş bir bakış açısına ve ön yargısız olmaya bağlıdır.

MEZARLIKBAŞI'NDAN ANTONYO HİKMET

Resim
 ''On iki yaşında, Alsancak Kordon'da gün batımını izlerken, ayaklarımı sallar, uzakları hayal ederdim. Amerika'yı Almanya'yı merak ederdim. Oralara gitmek isterdim.''    ...Gitmesi gerekenlere, yolunun, açık olmasını dilemeli. Antonyo Hikmet'e yolun açık olsun diyen olmuş mudur ? Belki!     Mezarlıkbaşı'nda göze çarpan biçimlerin hiçbiri, herhangi bir insana ya da anlaşılır bir kullanıma uygun gelmez gibi görünse de; kalpler, güzeli bulurdu. Antonyo Hikmet, çalışmış çabalamış, sevmiş sevilmişti. Kötü alışkanlıkların bol olduğu bu yerde kötü bir alışkanlığı olmamış ne sigara içmiş ne çift kağıtlı yapıp esrar içmişti Ölümüne sevmiş ve genç  yaşta sevdiğiyle evlenmişti...    Seneler geçer gider...  Tombalacı Kürt Nuro, bunu Alsancak'ta bir adama gönderiyor. Adam, Tina Mustafa. Kaçak Amerikan sigarası işi yapıyor. Kürt Nuro ''Git ondan sigara al bende senden alayım, yolunu bul''diyor. Antonyo, gidiyor adamı buluyor. Ama adam '

Türkiye'de Solun Gerçekçiliği

 Türkiye'deki solun, kendini yenileyememiş olması açıkça görülüyor. Eski söylemleri revaçta tutmaya çalışıyorlar. Solcuların(Komünistlerin) davalarının başında, köylünün ve işçinin sefaleti vardır. Bir zamanlar Moskova'nın yol göstermesiyle edebiyatta-sinemada, resimde, tiyatroda, bu konular fazlasıyla işlendi. Onlara göre toplumun değişiminde baş rolü oynayan proterya sınıfını, harekete geçirmeye çalıştılar. Aslında Türkiye şartlarında bu sosyal bir gerçekçilik değildi. Olamadı da. Şimdi de Türkiye'de, kırıntıları kalan veya eksen kayması yaşayan solcular, sanki bu memlekette hiçbir kalkınma hamlesi yokmuş gibi sanki millet aç ve çıplakmış gibi algılar oluşturmaya çalışıyorlar. Aslında -güya, gerçeğe taraf olan bu kesim olumlu realiteyi görmüyor...Dünyada, sınırlar kalmış, teknoloji almış başını gitmiş; daha da gelişecek, 1960-1970-1980 yılları geride kaldığına göre, bu günü kritik etmek için, güncellenmek gerek.