Kayıtlar

psiko tarih

Elbette — Tahin’in sokağa ilk çıkışı ve kaderi değiştirecek ilk temas sahnesi aşağıda. Bu sahne, çöküşün ortasında küçük bir robotun yarattığı etkileri ve insanlarla kurduğu ilk gerçek bağı kuruyor. 🌒 SONRAKİ SAHNE — “Sokağın İlk Işığı” Tahin tapınağın ağır taş kapılarından dışarı adım attığında gece çoktan çöküyordu. Auriga’nın sokakları, bu zamana dek yalnızca propagandaların idealize ettiği bir masal gibi görünürdü; şimdi ise çarpıtılmış görüntüler aradan çekilince gerçek yüzünü göstermişti. Gökyüzü, yanık gri. Binalar, çatlak. Sokaklar, panikle koşuşturan insanlar. Uzakta yükselen çığlık ve metal çarpışmaları… Ama Tahin’in gözleri—amber ışıkları—bir şeye takıldı. Bir köşede, küçük bir kız çocuğu çökmüş, titriyordu. Kollarını dizlerine sararak ağlıyor, “Anne… anne…” diye fısıldıyordu. Tahin, hiç düşünmeden yanına yürüdü. Üzerine düşen hologram reklam ışıkları, robotun gövdesinde pastel renklerle titreşiyordu. “Merhaba,” dedi Tahin, sesi yumuşacık. “Ben Tahin. Yardım...

Kafe Maya, Zeytinalanı

Resim
bir fotoğraf bir hikaye    Hikaye: Dalgasız Denize Vurulan Şükür Kasım'ın ortasıydı. Her yer kasvetli bir griye bürünürken, Zeytinalanı'ndaki Kafe Maya inatla pırıl pırıl parlıyordu. Mekânın sahibi İlyas Amca, "Güneş, denizi sevdi mi, Kasım filan dinlemez," derdi hep. O gün de hava, tıpkı İlyas Amca'nın dediği gibiydi; açık ve vaatkâr. Deniz, sanki cam bir yüzeymiş gibi, tek bir kıpırtı bile göstermiyordu; dalgasızdı. O an masada oturan Aylin için, bu dalgasızlık, hayatın karmaşasından süzülüp geriye kalan saf huzurun fiziksel bir karşılığıydı. Köşedeki varil sobanın yanık odun kokusu, tuzlu deniz kokusuna karışmış, mekânın isli tavanında dans ediyordu. Aylin, üzerinde geleneksel kareli bir örtü serili tahta masada tek başına oturuyordu. Sandalyesi, diğerlerinden daha mavi, sanki burada uzun süre oturmayı garantilemek istercesine hafifçe eskimişti. Önündeki ince belli bardağın içindeki çay, buğusuyla yüzüne hafif bir sıcaklık yayıyordu. Çayı yudumladı....

SaBIR

Elbette, işte o deyişten esinlenen kısacık bir hikaye: Kervancı Halil, sarp dağların arasındaki o dar geçitten geçmek için tam on yıldır uğraşıyordu. Geçidin bir ucunda Halil, diğer ucunda ise geçidin koruyucusu olduğunu iddia eden inatçı bir derviş vardı. Halil "Yol benim!" dedikçe, derviş "Sabır benim!" diyor, yolun tam ortasındaki küçücük çeşmenin başında oturup tespih çekmekten başka bir şey yapmıyordu. Halil'in acele bir işi vardı. Gençliğinde, "Bu dervişi bir günde yola getiririm!" demişti. Yıllar geçti. Halil'in devesi Koca Yusuf yaşlandı, Halil'in sakalları ağardı. Derviş ise hala aynı dervişti, çeşme hala aynı çeşmeydi. Bir sabah Halil, devesinin yularını okşadı. "Gördün mü Koca Yusuf," diye mırıldandı. "Bu işin bir varması yokmuş, sadece bir bitişi varmış." Devesini çözdü, yükünü indirdi ve dervişin karşısına oturdu. "Hayırdır kervancı, vaz mı geçtin?" dedi derviş. Halil, yorgun bir gülümsemeyle başını sa...

yazmak

Resim
   Yazmak, gerçeği yeniden anlamak olan bir eylemdir. Dünyayı ve insanı her seferinde yeniden sahneye koymak zorunluluğu var. Bu sebeptendir ki, yazan(yazar) , yazacağı şeyin cahilidir.,.. Öğretmen M. Üftadeoğlu : "iyide olsa yazın kötüde olsa yazın" der,      Yazmak, gerçeği yeniden anlamak olan bir eylemdir. Dünyayı ve insanı her seferinde yeniden sahneye koymak zorunluluğu var. Bu sebeptendir ki, yazan(yazar) , yazacağı şeyin cahilidir.,.. Öğretmen M. Üftadeoğlu : "iyide olsa yazın kötüde olsa yazın" der,

İşte böyle, Zeytinalanı

Resim
Kafe Maya Denizin ufkuna erguvani bir akşamüstü karanlığı çökerken biz balkonda Türk kahvesini yudumluyorduk. Cezmi “yarın çok güzel olacak, tasalanma dostum” dedi. Bir haftadır aynı lafı duyuyordum. Yüksekte olan evin balkonu bir geminin güvertesi gibiydi. Denizi seyrediyorum, yakamozlar oluşmaya başladı, her damla ışıklanmıştı.Yorgundum, erkenden yattım. Sabahleyin kalktım, elimi yüzümü yıkadım.Cezmi daha kalkmamıştı Deniz kıyısına inip yürüyüş yaptım.  Ne olacağını ya da hakkımızda neler yazıldığını bilmiyorduk. 

Kafe Maya, Zeytinalanı, Urla

Resim
     Kafe Maya – Zeytinalanı - URLA     Gölgelerin ışığı kovaladığı, sonbahar yağmurlarının, kışı izlediği yolun kenarında oturup, bekleyip, bakmayı seviyorum. Deniz kıyısını takip eden bu yol, umut yolu. Sonsuz göklerden haber getiren haberciler beni selamlar ve giderler. Denizden esen rüzgârın nefesi tatlıdır, kalbim sevinir. Ve gelişi güzel çakılmış tahta sandalyeli ve tahta masalı, salaş ama sade kafeye geldim. Bir yandan, hafiften tebessüm eder , zikrimi söylerim. Bir yandan da deniz kokusu kafeye dolar..     Yüz yüze geldiğim,     ilk şiirsel serüveni,     tenha kafenin radyodan yayılan türküleri.

Sessizliğin Dili,,, 1300 yy larda yapılmış bir deney üzerine kısa öykü (Frederick 2 'nin yaptığı dil deneyinden esinlenme)

 “Sessizliğin Dili” öyküsünün tamamlanmış kısa versiyonu — tarihsel gerçeğin yankısını taşıyan, karanlık ama düşünsel bir anlatı: Sessizliğin Dili Sarayın taş duvarları geceleri bile nefes almazdı. Kral Friedrik, tahtına değil, sessizliğin derinliğine oturmuş gibiydi. “Tanrı hangi dili konuşur?” diye sordu bir sabah. Ne bilginler ne rahipler cevap verebildi. Kral, cevabı öğrenmek için kararını verdi: Konuşmayan çocuklar Tanrı’nın dilini söyleyecekti. Manastırın kuzey kanadında beş bebek sessizlikle büyütüldü. Bakıcı kadın Lyra’ya yalnızca şu emir verilmişti: — Onlara süt ver, gülümseme, konuşma, şarkı söyleme. Sessizliği koru. Lyra, geceleri onların nefesini dinlerdi. Birinin ağladığında ağzını kapatması içini yakardı ama korkudan hiçbir şey diyemezdi. Koridorlarda yankı bile yasaktı. Her sabah, sessizliğin içine düşen kaşık sesi bile suç gibi duyulurdu. Aylar geçti. Çocuklar büyümüyordu sanki; sadece gözleri büyüyordu, anlamla değil, boşlukla. Bir gece Lyra, en k...