SaBIR
Elbette, işte o deyişten esinlenen kısacık bir hikaye:
Kervancı Halil, sarp dağların arasındaki o dar geçitten geçmek için tam on yıldır uğraşıyordu. Geçidin bir ucunda Halil, diğer ucunda ise geçidin koruyucusu olduğunu iddia eden inatçı bir derviş vardı.
Halil "Yol benim!" dedikçe, derviş "Sabır benim!" diyor, yolun tam ortasındaki küçücük çeşmenin başında oturup tespih çekmekten başka bir şey yapmıyordu.
Halil'in acele bir işi vardı. Gençliğinde, "Bu dervişi bir günde yola getiririm!" demişti. Yıllar geçti. Halil'in devesi Koca Yusuf yaşlandı, Halil'in sakalları ağardı. Derviş ise hala aynı dervişti, çeşme hala aynı çeşmeydi.
Bir sabah Halil, devesinin yularını okşadı. "Gördün mü Koca Yusuf," diye mırıldandı. "Bu işin bir varması yokmuş, sadece bir bitişi varmış."
Devesini çözdü, yükünü indirdi ve dervişin karşısına oturdu.
"Hayırdır kervancı, vaz mı geçtin?" dedi derviş.
Halil, yorgun bir gülümsemeyle başını salladı. "Hayır," dedi. "Sadece anladım. Bu mesele, ikimizden birinin inadı kırılınca değil, ikimizden birinin vakti dolunca bitecek. Bekleyeceğiz... Ya deve ölür ya da deveci."
Derviş gülümsedi ve tespihinden bir taş daha çekti. İki inatçı adam, zamanın sonsuz sabrına teslim olmuş, dağdaki geçitte öylece beklemeye devam ettiler.
Yorumlar
Yorum Gönder